Cumartesi, Mart 18, 2006

Oasis


Oasis – Don’t Believe The Truth

Donuk, sessiz ve naif insanlar olarak İngilizler kendi gruplarının ne kadar da üstüne düşüyorlar, değil mi? Beatles dünyayı fethettikten sonra, artık ne zaman nispeten iyi bir İngiliz grup piyasada belirecek olsa, o eski günleri yakalama umudu içerisinde bir havaya giriyorlar. Haftalık müzik dergilerinin manşetleri New York Post’un güncel haber manşetleriyle yarışıyor neredeyse. “Suyun ve tanrının keşfedilmiş olduğu hiçbir gezegende Kaiser Chiefs’ten daha önemli bir şey olamaz.” türünden bir başlık buna örnek. Ufacık adaları yine dünyanın hayranlık merkezi olmaya aday…

Ben Amerikalıyım. Oasis’i gerçekten beğeniyorum. Ama belli bir dönem – açıkça belirtmek gerekirse Be Here Now ile Heathen Chemistry arası – benim gibi bir insan McCarthyizm’i çağrıştıran birşeylerden duyduğu korkuyu gizlemek zorundaydı. Amerika’da Oasis’i sevmeye izin yoktu ve bu çok ciddiye alınan bir konuydu. Ben de her yetişkin gibi onları sevmiyor gibi göründüm. “Yasak zevkler” kategorisine konulmuşlardı. Oasis dinlerken kulaklık takıyordum, tanıdıklara yakalanmamak için yeni bir Oasis albümünü almaya üç semt ötedeki alışveriş merkezine gidiyordum. Bundan utanç duyuyorum.

Heathen Chemistry’nin üzerinden belli bir zaman geçti, ve artık Don’t Believe The Truth piyasada. What’s The Story’nin bütün ihtişamını yansıtmasa da bu yılın en beğenilen rock albümlerinden birisi olmaya aday. Artık kemikleşmiş kadrosuyla gitarda Gem Archer, basta Andy Bell ve davulda grubun gayrıresmi beşinci üyesi Zak Starkey’le (sürpriz bir şekilde Zak, Ringo Starr’ın oğlu) Madison Square Garden’de verdikleri konserin tüm biletleri tükendi. Ve ardından da Holywood Bowl. Artık kara liste tarihe karışmış durumda. McCarthy de hapsi boyladı, artık biz de kulaklıklarımızı çıkartıp gün ışığına çıkabiliriz, komşularımız da bizi yüksek sesle Mucky Fingers, ya da Lyla, ya da Let There Be Love söylerken duyabilirler. Eğer biri çıkar da The Importance Of Being Idle gibi bir şarkıdan etkilenmediğini söylerse onunla görülecek bir işim var!

Bütün bu gelişmelerin coşkusu içinde, Gallagher kardeşleri karşıma aldım ve farklı iki röportajda onlara aynı soruları sordum. Cevaplarında yerine gelen güvenlerinin müziklerini nasıl süslediğini göreceksiniz. İki kardeşin, aile işleri ne olursa olsun, birbirini sevmekten ne kadar nefret ettiklerini okuyacaksınız. Liam ve Noel Definitely Maybe’den beri çok yol katettiler. Wembley’de headliner olmaktan Black Crowes’un alt grubu olmaya ve tekrar Madison Square Garden’de ana grup olup kendi alt gruplarını seçmeye kadar… Bütün bunların içinde tarihin hep önümüze koyduğu hiç değişmeyen hikayeye tanık oluyorsunuz, küçük olanın hiçbir zaman aradaki yaş farkını kapatamaması ve ne kadar hızlı yaşarsa yaşasın büyük abisinden daha bilge olamaması. Aynı hikaye bu iki kardeş için de geçerli, nedeni de gerçeğe tekrar inanmaya başlamış olmaları.

Yeni albüm ve turne Oasis için bir geri dönüş olarak nitelendirildi. Bunun anlamıysa geri dönmüş olduğunuz bir yerlerin varlığı. Buna tepkiniz ne oldu?

Liam – Biz hiç kaybolmadık ki. Ayağımızı gazdan hiç çekmedik, bildiğim kadarıyla. Biz ortaya bir takım şeyler koyduk ama insanlar bunu anlamamış olabilir. Hayat bu. Hapse falan girmedik ya. Çıkardığımız her albümümüzün ardındayızdır.

NoelMorning Glory’den beri en aklıbaşında, en iyi albüm olduğunu kabul ediyorum. Ama biz herhangi bir yerde değildik, o yüzden nereden geldiğimizi anlamıyorum. Ama tekrar bir araya gelmek anlamında kabul edebilirim. Aramızdaki ruhu tekrar yakaladık.

Peki Madison Square Garden’daki kapalı gişe konsere ne diyeceksiniz?

Liam – Bunu açıklayamam. İşte herşey ortada. Çok mutluyum ve bunu gerçekleştirmiş olmaktan da gurur duyuyorum. Oradaki insanlar bize az da olsa inanıyorlar. Tekrar Amerika’ya gitmek için can atıyorum.

Noel – Oraya gidip de seyircinin yaşını görmeden birşey diyemem. Eğer hepsi küçük çocuklarsa, küçük kardeşlerine Definitely Maybe’yi vermiş abilerinden oluşan bir jenerasyon olmalı derim.

30’lu yaşlarınızda yaptığınız ilk Oasis albümü bu…

Liam – Evet, kesinlikle.

İlk albümden beri kendinizde gördüğünüz en belirgin değişiklik ne?

Liam – Dürüst olmak gerekirse, kendimle daha çok mutluyum. Çocuklarım oldu. Kendimi daha çok müziğe verdim, artık işlerin nasıl yürüdüğü hakkında daha fazla bilgi sahibiyim. Konser geceleri sabah dokuzlara kadar dışarılarda takılıp insanlarla saçma sapan şeyler hakkında konuşup uyuşturucu takılamazsın artık. Benim hızımı kesen sorumluluklarım var, ama tam olarak da bir ota dönüşmüş değilim. Her gün gitar çalıyorum. Saatlerin hesabını yapıyorum. Oysa 20’li yaşlarımdayken, şu rock yıldızı havasının daha çok içindeydim, kızların peşinden koşup serserilik yapıyordum.

Basın size karşı adil mi değil mi?

Liam – Adil olsunlar veya olmasınlar hiç sikimde değil. Hoşuma da gidiyor! Her sabah yataktan kalktığımda onların yanıldığını ispatlamak için içimde bir istek oluyor.

Şimdiye kadarki konuşmalarında hep bir takım şeylere karşı duyduğun nefretten bahsettin, ama şarkılarında hep sevgiden ve barıştan bahsediyorsun. Bu ikisini nasıl bağdaştırıyorsun?

Liam – Ben hiçbir şeyden nefret etmem. İçim sevgi doludur. Çocuklarımı seviyorum. Hayatı seviyorum. Sabahları erken kalkmayı seviyorum. Akşamları dışarı çıkmayı seviyorum. Etrafım bir sürü güzellikle dolu. Sevmediğim tek şey diğer insanların müziği oluyor bazen. Eğer bir grup hakkındaki düşüncelerimi soracak olursan duvarın üstüne oturup da “Evet, süper herifler!” demem. Eğer beğenmiyorsam beğenmem. Aynı şekilde eğer benim grubumu beğenmeyen varsa çıkar bunu açıkça söyler. İnsanlar kendilerini rahat hissetmeli. Franz Ferdinand ile ilgili söylediklerim şakadan ibaret. Onlardan nefret etmiyorum, sadece müzikleri hoşuma gitmiyor, vokalistin sesi ise bence Right Said Fred’deki elemana benziyor. Eğer buna bu grubu aşağılamak diyeceksen defol git. Onlar hakkında gerçekten ne düşündüğümü bilmek istemezsin.

Bloc Party gibileri…

Liam – Öncelikle şunu söyleyeyim, elime bir gazete aldığımda benim hakkımda atıp tutanların bu amcıklar olduğunu gördüm! Ben onlara cevabımı vermeden tam bir hafta önce, gazeteyi açıyorum ve bunları görüyorum. Tamam, grubumu yerden yere vurursun, ama sonradan kıçının dibinde olacağımı da bil. Ama işte gittiği yere kadar. Birbirimizin müziğinden nefret ediyoruz, bu da hayatın bir parçası.

İnsanlar Bloc Party gibi gruplarla Amerika’da Brit müziğinin yeniden dirildiğini söylemeye başladılar. Sence Brit müziğin Altın Çağı en son ne zamandı? Kimileri Britpop ve 90’ları telaffuz ediyor…

Liam – 90’ların içinde olduğunu söyleyebilirim, ama bence Amerika’da çok fazla bir iş yapmadı. Ama şunu söyleyeyim, eğer bu söylediğin İngiltere için geçerliyse, 90’lar hakkında en ufak bir fikirleri yok çünkü şarkı yazmayı unutmuşlar. Şu yeni yetme gruplardan klasikleşmiş bir şarkı söylesene. Hiç yok ki. İşte ne kadar iyi görünürlerse görünsünler, vs vs vs, bu işi iyi yapan 10 iyi grup varsa, 10 tane de boktan olanı var. Hiçbirinde klasik bir şarkı yok. Bütün bunlar bir hareketten ibaret, bilirsin işte “Oh Londra’da işte bu küçük grubumuz var, aynı şekilde giyiniriz, blazer’larımız ve makyajımız var…” Bunlardan çıkmış bir tane baba şarkı? Yok. Ben kendim 90’ları tercih ediyorum.

Ama…

Liam – Üstelik hepsi de kötü giyinen amcıklar!

Peki.

Liam – İçlerinden bir tane düzgün görünümlü bir rock yıldızı göster. Yok ki! Yemin etmezler, içki de içmezler, bana sorarsan hepsi tekdüze. Bunları yapmak doğrudur demiyorum ama eğer bir rock yıldızıysan öyle olmalı, değil mi?

Ama George Harrison bir seferinde sizi kimsenin Beatles’ı hatırladığı gibi hatırlamayacağını söylememiş miydi? Böylece bir şekilde yeni yetme grupların değerli olup olmadığını anlayamama görevini üstlenmiş oluyorsunuz.

Liam – Hmm, evet, belki. Bilemiyorum. Ama ben ayaklarımın üstünde duruyorum. Boşver gitsin.

Geçmişteki gruplarla kıyaslanmaktan bıktınız mı?

Liam – Hayır, zaten benimle tamamen ilgili birşey bu. Yeni gruplarla aramdaki sorun da bu, Coldplay gibileri mesela. U2 gibi halen hayatta olan bir gruptan etkileniyorlar. Ne demek bu şimdi? Ben bir zamanların devlerinden etkilendim. Beatles, Stones, Neil Young, Sex Pistols gibileri, bunda yanlış olan birşey yok.

British Rock Stone Roses ile dünyaya hakim olmak üzereydi, ama Nirvana çıktı ve bütün herşeyi altüst etti. Sonra Oasis doğdu ve bir şekilde dengeyi tekrar sağladı. Bugünlerde İngiliz ve Amerikan rock’ı arasında bir bağlantı görebiliyor musun?

Liam - Ben bilemiyorum, çünkü bu yeni akımın içinde değilim. Hiçbir ilgim yok. Biz bir Britpop grubu değiliz, biz Oasis’iz. Destek olmam gereken grupları beğenmiyorken İngiltere’yi nasıl destekleyebilirim? “Ah, Bloc Party, sıkı herifler!” demem, çünkü bir boka benzemiyorlar. Beğendiğim tek grup Kasabian. Bir de Kings Of Leon var, The Strokes var. Siktiriboktan Bloc Party veya Kaiser Chiefs dinleyeceğime bunları tercih ederim. Hiç olmazsa onlar daha iyi görünüyorlar.

Noel – The Strokes, The Killers ve Kings Of Leon’la tanıştım, bana yabancı tipler değiller. Hepimiz aynı topraklarda büyüdük, hatta Kings Of Leon bizden kültürel olarak daha uzak olamazdı, ama yine de çıkış noktalarımız ortak. The Strokes İsviçre’de ya da her neredeyse güzel okullarda okumuşlar. Bizler işçi sınıfıyız, yine de onlarla bağımız olduğunu hissediyorum. Amerikan müziği İngiliz müziğini yansıtıyor mu bilemiyorum, ya da tam tersi, ama bu müziği yapan insanlar birbirlerine benzeyen insanlar. Bence bu iyi bir şey.

Amerika ilk iki albümünüzü yalayıp yutmuşken son birkaç albümde bu azalmış göründü. Bu şaşırtıcı mı yoksa hayal kırıklığı mı oldu sizin için?

Liam – Ne zaman orada olsam hayranlardan sevgi ve ilgi görmüşümdür. Eğer insanlar bunu anlamıyorlarsa anlamıyorlardır. Bunu insanların boğazına zorla tıkacak değilim ya. İki ay boyunca albüm çalışmaları için orada bulundum ve çok büyük keyif aldım. Albümlerimizi sevmeyenler gitsinler kendilerini becersinler…

Söylediğin sözlerin gelip seni tekrar bulacağını düşünüyor musun? Karma’ya inanır mısın?

Liam – Nasıl gelecek de beni bulacak? Ne yani, bir Bloc Party konserine elimde bilet olmadan girmeye çalışıp kapıda mı kalacağım? Ama karma’ya inanırım yine de.

Senin hakkında bilinenlerin dışında bilmediğimiz sürpriz bir yönün var mı?

Liam – Ben oldukça entelektüel lanet olası bir uzaylıyım.

Bugünün Liam Gallagher’ı 10 yıl öncesinin Liam Gallagher’ı ile geçinebilir miydi?

Liam – Kesinlikle, hiç şüphesiz. Üstelik ona saygı da duyardı. 10 sene önce önemli biriydim, şimdi de öyleyim.

Müziğin İngiltere’den Amerika’ya doğru yeniden dirilişi hakkında duydukların seni memnun ediyor mu? Kardeşinin bu konuda söyleyecekleri oldu…

Noel – Liam Oasis ve Beatles’takilerin haricindeki insanlara merhametli yaklaşmaz. Ortalıkta bir sürü iyi grup var, ama hiçbiri henüz iyi birer albüm yapmış değiller. Sanırım iyi bir albüm yolda, ama kimden olduğunu söylemeyeceğim. Gördüklerimden beğendiklerim Razorlight, The Libertines, Babyshambles, Kasabian, Coral ve Zutons. Hoşuma giden şey de kimsenin şu an ortada olan şeye boktan bir isim yakıştırmamış olması, Britpop gibi. Kendi kendine gelişmesine olanak tanınıyor.

Şimdilerde Oasis’te olmak nasıl bir duygu? Bir noktada mutlaka çılgınlık olmalı, ya şimdi? Daha rahat, sakin, güvenli…

Noel – Gruptaki diğer elemanların – özellikle de Liam – şarkılara daha fazla katkıda bulunabildiğini görmek beni rahatlatıyor, çünkü benim rolümü hafifletiyor. Ben her zaman bir grubun bir parçası olmak istemişimdir, oysa ilk iki üç albüm – eh, Heathen Chemistry’e kadar her albüm – isim haricinde tamamen bir Noel Gallagher projesi gibiydi. Bundan biraz sıkılmaya başladım. Dünyayı dolaşırdık ve: “Oasis büyük bir grup değil mi?”, ben de düşünürdüm ki: “Bu ne sikim demek oluyor? Diğerlerinin buna katkısı ne?” Tüm şarkıları, tüm sözleri ben yazıyordum, prodüksiyonu ben yapıyordum, düzenlemeleri ben yapıyordum, bütün röportajları ben yapıyordum, bütün fotoğraflarda ben oluyordum ve konserlerin çoğunu ben götürüyordum. Eğer yolunda gitmeyen birşeyler olursa bunlar Noel Gallagher’ın şarkılarıydı, eğer herşey iyiyse bu Oasis’in zaferiydi. Hassiktirin ordan!

Liam’a şarkı yazma işinin nasıl gittiğini sordum. Sanırım bunu sana da sormalıyım. Sana ne kadarını sunuyor, sen ne kadarını saklıyorsun?

Noel – Bu albümde üç şarkısı var. Benim rolümün farklı olduğu yer burası, şarkıların seçimini ben yapıyorum, bu üç tanesini seçtim, çünkü en iyileri bunlardı. Buna tamamen karşı çıkıyor. Ona kalsa yazdığı sekiz şarkının tamamı albümde olmalıymış. The Meaning Of Soul’a bayıldım, keşke onu ben yazsaymışım dedim. Bundan daha fazla iltifat edemem o şarkıya. Guess God Thinks I’m Abel’i çok sevdim. Love Like A Bomb ise ne orada ne burada benim için, ama güzel şarkı yine de.

Liam grubun kurulduğu zamanlardan bahsetti. Sen yokken hiçbir şey yazamazlarmış, sen katıldığında neredeyse otomatikman kontrolü ele almışsın çünkü şarkı yazmayı bilen bir tek senmişsin.

Noel – Ben onlara katılmadan önce pek bir şeye benzemiyorlardı. Onları toparladım sayılır. Hiçbirinin şarkılara katkıda bulunmayı bırak, herhangi bir fikir üretmeye bile ilgisi yoktu. Bir köşede oturup “Neler yapacağımızı söyle akıllı adam.” derlerdi. Ben de, “Sol ve La yedili akorlarını çalacaksın, başka hiçbir şey değil.” derdim. Onlar da, “Ah, evet, tamam bilge kişi!” derdi. Sonra ben de “Hadi git bana bir kahve getir ve lanet olası çeneni kapa!” derdim.

Son birkaç albümünüz Morning Glory kadar ilgi görmedi. Tecrübelerinize dayanarak, albümler arasında belli farklar var mıydı? Daha kolay yapılanı, daha zor olanı, sizi zorlayanı…

NoelStanding On The Shoulder Of Giants en dibe vurduğumuzdu.

O albümden birçok şarkıyı şimdi daha çok seviyorum.

Noel – Orada benim en iyi şarkı sözlerimden bazıları var. Bir stüdyoda şarkı yazıyor olmamalıydım, bir plajda oturuyor falan olmalıydım. Orada gayet iyi bir iş çıkardık, ama onunla şimdiki albüm arasındaki sıçrayış zaten herşeyi açıklıyor. O albümde bu şöhret ve uyuşturucu vs şeylerin bir bilançosunu yapıp seni ne tür bir insana dönüştüreceğini gösteriyordum, hemen hemen her şarkıda. Hayatın anlamını da tek bir şarkıda ortaya dökemezsin. Bunu Chris Martin bile beceremez.

Oasis’in hayat çizgisinde nerede duruyoruz sence?

Noel – Elimizde, bence komple bir albümlük daha çok sıkı materyal var.

Hangi gruplara benziyorsunuz diye şarkılarınızı didikleyenlere ne diyeceksin?

Noel – Bence çok saçma. Şöyle diyeyim: Radiohead’in Karma Police’ini biliyor musun?

Evet.

Noel – Orada herhangi birisi “Sexy Sadie” diyor mu? Duydun mu hiç?

Hatırladığım kadarıyla hayır.

Noel – Bence değil. Ama bunu yapıyorlar değil mi? O şarkı sence de şaşırtıcı değil mi? Biz yapsak taklit olur. Mesela başka bir şey: Ben ve Liam 24 yaşlarında iki çocuk olsak, şehrin ortasında bir yerlerde yaşıyor olsak, Beatles gibi şarkılarımız olsa insanlar “Bunlar müziğin kurtarıcıları.” derlerdi. Ama şimdi, 30’lu yaşlarımızda ve başarılı olduğumuz için insanlar “Aynı Beatles’ın kopyası olmuşlar.” Umurumda bile değil. Ben her zaman Beatles’a benzemişimdir. Soundumuz hep T.Rex gibi olmuştur. Birkaç sikik İngiliz gazeteci yüzünden çıkıp grubumu tekrar icat edecek değilim. Oasis’i seviyorum! (Gülüyor) Stüdyodayken prodüktöre gidip “Bunu Beatles’a benzet.” derdim. O da “Evet, ama kendinize özgü birşeyleriniz olmasını istemez misiniz?” derdi. Ben de “Siktir et ya, bırak Beatles gibi olsun!

Konu diğer gruplara gelince Liam düşündüklerini söylemekten çekinmiyor. Ben de bu tür pozitif şarkıları söylemekle böylesine nefret dolu olmayı nasıl bir araya getirebildiğini sordum. Sonra da karma’ya inanıp inanmadığını. Sanırım bunu sana da soracağım.

Noel – Karma’ya ben de inanıyorum. Buddha’yı falan bilmem ama inanırım ki ne ekersen onu biçersin. Emek verdiklerinin karşılığını alırsın. Eğer belanı arıyorsan da bela gelir seni bulur. Eğer gülümsersen bütün lanet olası dünya da seninle beraber gülümser. Şöyle söyleyeyim: Liam 1998’de Avustralya’da bir hayranına kafa attı ve burnunu kırdı, sonra da mahkeme filan. Eğer karma’ya inanmasaydı, herhalde dişlerini Almanya’da bir otelde arıyorken falan aklına gelirdi bütün bunlar. Bense hayatımda hiç kimseye kafa atmadım. Benim böylesine beladan uzak duruyor olmam onu çıldırtıyor.

Vasiyet gibi şeylerden, ya da tarihin sizi nasıl yargılayacağından endişe duyuyor musun?

NoelDefinitely Maybe’de işte bunlarla uğraşıyorum ben. Peki o insanlar kim? İnsanlar “10 sene sonra ne düşünüyor olacaklar?” diye sorular sorduklarında onlardan nefret ediyorum. Onlar kim ki? Bir yerlerde bir panel toplanıp da “Evet, bugün Oasis’in hesap günü. Ne diyelim? 10 üzerinden yedi mi? Sekiz mi?” mi diyecekler? İçi para dolu bir tabutla gömülü oldukça bunu hiç umursamam.

Oasis Diskografi:

1994 – Definitely Maybe
1995 – (What’s The Story?) Morning Glory
1997 – Be Here Now
1998 – The Masterplan
2000 – Standing On The Shoulder Of Giants
2001 – Familiar To Millions (Konser)
2002 – Heathen Chemistry
2005 – Don’t Believe The Truth

1 Comments:

Anonymous Adsız said...

i like the way their not caring abot the others think. whatever people say... nobody ever knows anyone so deep.so what the hell they keep going on saying all these shits about oasis .you can't judge oasis if you don't make something at least as successful as they do...and that's that

3:20 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home