Çarşamba, Mart 01, 2006

Sigur Rós


Tuhaf? Biz Mi?

Sigur Rós 1994 yılında vokal, gitar ve synth’te Jón þór Birgisson (Jónsi), bas ve ksilofonda Georg Hólm (Goggi) ve grupta artık yer almayan davulcuları Ágúst Ævar Gunnarsson tarafından kuruldu. İsimlerini Birgisson’un grubun kurulduğu hafta dünyaya gelen kızkardeşi Sigurros’tan (İzlanda’da yaygın bir kız ismi) alan gruba daha sonra piyano, klavye, gitar ve flütte Kjartan Sveinsson (Kjarri) ve Ágætis Byrjun’un kayıtlarından sonra grafik dizayn kariyerine devam etmek için gruptan ayrılan Ágúst’un yerine Orri Páll Dýrason (Orri) katıldı.

Grubun soundu çaldıkları basit enstrümanlar gözönüne alındığında oldukça dikkat çekici. Jónsi gitarını sık sık keman yayı ile çalıyor, bu da ortaya efekt dolu, atmosferik, tamamen kendine özgü bir sound çıkarıyor. Thom Yorke ile bir erkek koro şarkıcısı arasında bir yerlerde olarak tanımlanabilecek kafa sesi ise grubun belki de en orijinal öğesi.

Sigur Rós şimdiye kadar dört stüdyo, bir remiks ve bir soundtrack olmak üzere altı albüm, bunların yanında üç single ve iki ep çıkardı. İzlanda haricinde yayınlanmayan ilk albüm Von (Umut) oldukça deneysel ve etkileyiciydi. İkinci albüm ise ayakları daha yere basan bir albüm oldu: Ágætis Byrjun (İyi Başlangıç). Albüm Ağustos 2000’de İngiltere’de, daha sonra ise MCA üzerinden Amerika’da basıldı. İngiltere’de Fat Cat Records ile anlaşan grup bu albümden Svefn-g-englar ve Ny Batterí’yi single olarak piyasaya sürdü. 2000’in ikinci yarısında başta Amerika olmak üzere dünya çapında olumlu tepkiler alan grup, büyük plak şirketlerinin de ilgisini çekti. Ortada dönen büyük tekliflere rağmen, kendilerine en geniş sanatsal özgürlüğü sunan MCA’i seçtiler. 2001’in Nisan ve Mayıs aylarında ilk Amerika turnelerine çıktıklarında konserlerinin büyük bir bölümünde kapalı gişe sahne aldılar. Amerikan medyasının büyük reklamından olsa gerek, konserlerine birçok ünlü ismin gidiyor olması ise grubu çok şaşırttı.

Ágætis Byrjun’dan ilk çıkan klip Haziran 2000’de yayınlanan Svefn-g-englar oldu. Bu klipte İzlanda’da düzenli olarak sahne alan down sendromlu oyuncuların oluşturduğu Perlan Tiyatro Grubu’ndan oyuncular yer aldı. Bunu Eylül 2001’de Viðrar Vel Til Loftárása takip etti. Bu klip 1950’li yıllarda iki genç gay çocuğun aşk hikayesini anlatıyor. Klipte ayrıca bu çocukların da oynadığı, sonu çok şaşırtıcı biten bir futbol maçı da var.

Ágætis Byrjun turneleri boyunca şarkılarını yazdıkları ve konserlerinde çaldıkları, 3 yılın sonunda kayıt aşamasına gelince şarkılarını çalmaktan bıktıkları ve bu yüzden ağırbaşlı bir havaya bürünen üçüncü albümleri ( ), şarkı sözleri ve hatta isimleri bile olmayan bir albüm olarak ekim 2002’de çıktı. Grup şarkıların isimleri ve sözlerini dinleyicilerinin hayalgücüne bırakmıştı, bunun için CD kitapçığına 12 sayfalık boş bir bölüm de eklediler. Ágætis Byrjun ile kıyaslandığında daha karanlık, daha ham ve takibi daha zor bir albümdü ama yine de dünya çapında olumlu eleştiriler aldı. İyi bir satış rakamına ulaşan albüm Amerikan billboard listelerinde 52. sıraya, albümden çıkan ilk single olan birinci şarkı Untitled 1 ise 9. sıraya kadar yükseldi.

Grup konserlerde sıkıntı yaşanmaması için şarkılarını şöyle isimlendiriyor:
Untitled 1 – Vaka (Orri’nin kızının ismi)
Untitled 2 – Fyrsta (Birinci Şarkı)
Untitled 3 – Samskeyti (Eklenti)
Untitled 4 – Njósnavélin (Gizli makine)
Untitled 5 – Álafoss (Grubun stüdyosunun olduğu yer)
Untitled 6 – E-bow (Georg bu şarkıda bas gitarını e-bow ile çalıyor)
Untitled 7 – Dauðalagið (Ölüm Şarkısı)
Untitled 8 – Popplagið (Pop Şarkısı)

Üçüncü albümden Untitled 1 (Vaka) için çekilen klibi saygın İtalyan yönetmen ve fotoğrafçı Floria Sigismondi yönetti. Belirgin bir karanlık atmosfere sahip bu klipte, kıyamet sonrasını yansıtan siyah karlarla kaplanmış bir oyun alanında gaz maskelerini takmış bir şekilde oyun oynayan küçük çocuklar var. MTV’nin de dikkatini çeken bu klip 2003 Europe Music Awards’ta en iyi klip ödülünü aldı.

Geçtiğimiz Eylül ayının 12’sinde dördüncü stüdyo albümleri Takk… (Teşekkürler) piyasaya çıktı. Bu albümde hayranlarının kafasında soru işaretleri bırakan en belirgin değişiklik, plak şirketi olarak EMI’yi seçmiş olmalarıydı. Ágætis Byrjun kadar başarılı kabul edilmese de, bu yeni albüm grubun müzikal olgunluklarını eriştiklerinin bir göstergesi. Grup bu albümünde hopelandic adını verdikleri, vokalin müziğe uygun hayali kelimeler uydurarak bir enstrüman gibi kullanıldığı yapay dili kullanmayıp İzlandaca sözler kullanıyor.

Diskografi / Yan Projeler

1994 – Smekkleysa í hálfa öld – Grubun ilk albümü Von’u yayınlayan İzlandalı plak şirketi Smekkleysa’nın kendi bünyesindeki grupların şarkılarından oluşan bir toplama albüm. Jónsi, Georg ve Ágúst’un beraber yazdıkları, Sigur Rós’un ilk şarkısı Fljúgðu bu albümde yer aldı.
1997 – Von – Grubun Smekkleysa’dan çıkan ve İzlanda dışında yayınlanmayan ilk albümleri.
1998 – Von Brigði (Recycle bin) – Grubun şarkılarının diğer müzisyenlerce ve kendilerince remikslenmiş bir toplaması. Çalışmada Gusgus ve Múm gibi İzlandalı grupların işlerini de görmek mümkün.
1998 – Popp Í Reykjavík – Popp Í Reykjavik 90’lı yılların sonunda İzlanda’daki müzik piyasasını anlatan bir dökümenter film. Bu filmde o zamanların genç Gusgus, Bellatrix, Maus, Ensími, Quarashi, Botnleðja ve Sigur Rós gibi gruplarıyla yapılan röportajlar ve konser görüntüleri yer alıyor. Sigur Rós büyülenmiş bir seyirci karşısında, albümdeki halinden biraz daha sert davullar içeren bir Ný Batterí çalıyor. Şarkının yoğunluğu sonlara doğru o kadar derinleşiyor ki sahnede Jónsi’nin dizlerinin bağı neredeyse çözülüyor.
1999 – Ágætis Byrjun – Sigur Rós’un İzlanda’nın sınırlarının dışına taşmasını sağlayan ikinci stüdyo albümleri.
1999 – Svefn-g-englar – Sigur Rós’un İngiltere yayınlanan ilk single’ı. CD versiyonunda dört parça bulunuyor. Ágætis Byrjun’dan Svefn-g-englar ve Viðrar Vel Til Loftárása ile Reykjavik’teki Icelandic Opera House’ta canlı kaydedilen Nýja Lagið (yayınlanmayan bir şarkı) ve Syndir Guðs (Von albümünden)
2000 – Englar Alheimsins (Angels Of The Universe) – Sigur Rós 2000’in Ocak ayında Ný Batterí single’ı için nesiller boyu süregelmiş iki tane anonim İzlanda şarkısı kaydetti. Daha sonra 2001 İstanbul Film Festivali’nde de gösterilecek olan Angels Of The Universe filminin prodüktörleri gruptan iki şarkıyla katkıda bulunmalarını isteyince bu şarkıları kullanmaya karar verdiler. Kjartan’ın bir keresinde söylediği gibi “gökten inme” gelen bu teklifle grup bu iki şarkısını filmde kullanılmak üzere verdi. Bíum Bíum Bambaló nesilden nesile geçmiş, ama daha önce hiç kaydedilmemiş bir ninni. Dánarfregnir Og Jarðarfarir ise İzlanda’da herkesin bildiği, yıllardır radyoda bir ölüm ya da cenaze ilanı yapıldığında çalan bir org melodisinin Sigur Rós’ça rocklaştırılmış bir yorumu. Dánarfregnir Og Jarðarfarir çıkar çıkmaz İzlanda’da listelerin tepesine yerleşti. En iyi yabancı film dalında Oscar’a aday gösterilen Englar Alheimsins ise gelmiş geçmiş en iyi İzlanda filmi olarak kabul ediliyor.
2000 – Ný Batterí – Mayıs 2000’de İngiltere’de yayınlanan grubun ikinci single’ı. Açılış parçası olan Rafmagnið Búið, Ný Batterí’nin uzatılmış bir introsu. Single’daki diğer iki şarkı ise Englar Alheimsins filminde de kullanılan şarkılar.
2001 - Steindór Andersen / Rímur ep – 2001’in başında, yeni stüdyolarına kavuştuktan sonra grup, arkadaşları ve aynı zamanda İzlanda Şiir Derneği’nin başkanı olan Steindór Andersen ile biraraya gelir. Andersen, rímur adı verilen, 14.yy’dan beri kulaktan kulağa dolaşan, epik savaş hikayeleri ve İzlandalı kahramanlar hakkındaki bir şiir türü ile ilgileniyor. Rímur ep’sinde altı parça var. Bunların üçünde Andersen, şiirlerini Sigur Rós eşliğinde söylüyor. İki parça solo yorum, son parça ise grubun stüdyosunun yanındaki köprünün altında canlı kaydedilen, Andersen ile arkadaşı Sigurður Sigurðarson’un beraber seslendirdiği Lækurinn isimli şiirin yorumu.
2002 – Hlemmur Soundtrack – Grubun, Olafur Sveinsson’un yönettiği, Reykjavik’te bir otobüs durağında yaşayan birkaç evsizin hayatını anlattığı belgesel filmi için hazırladığı müziklerden oluşan albümü. Albümde, birçoğu aynı tema üzerinde çeşitlemeler yaptıkları 19 adet şarkı bulunuyor. Bu albüm 2003 turneleri sırasında elden satılmış.
2002 – ( ) – Üçüncü, ve çıkardıkları albümlerin içinde en karanlık olanı. Amerika, Avrupa, Avustralya ve Japonya’da piyasaya sürülen versiyonlarında dört değişik kapak tasarımı var. CD dizaynı ise ilginç: Dışta içi kesik parantez sembollerinden oluşan karton kapak var. Kapağı aldığınızda cd kutusunun ne arkasında, ne de yanlarında hiçbir isim yok, hatta kağıtları bile yok. CD de yine bomboş. Kitapçık ise, dinleyicilerin kendi üretecekleri şarkı sözlerini, şarkı isimlerini yazmaya müsait, yarı şeffaf ve boş 12 aydinger sayfasından oluşuyor. Ayrıca hiçbir tarafta grup, albüm, yayıncı detayları yer almıyor.
2003 – Untitled 1 (Vaka) – İsimsiz albümden çıkan ilk ve tek single. Bu şarkı, ünlü İtalyan yönetmen Floria Sigismondi’nin çektiği klibi ile oldukça ses getirdi. Single ise plak ve DVD ekli CD olarak piyasaya sürüldü. DVD’de grubun o güne kadar çıkan üç tane klibi mevcut. Single’da yer alan dört şarkının ilki Vaka. Track 2, 3 ve 4 olarak adlandırılan diğer şarkılardan 2 ve 3 grubun 2003 turnesi boyunca kapanış şarkıları olarak çaldıkları şarkılar. 2, Vaka’nın bir remiksi olarak hazırlanmış ama daha sonralarında tamamen değişik bir şarkıya dönüşmüş. 4 ise DVD’de menünün arkasında çalınıyor.
2004 – Ba Ba Ti Ki Di Do – 20 dakikalık, üç parçaya bölünmüş bu müzik, ismini içinde söylenen tek sözden alıyor. Müzikte dört enstrüman var: piyano, müzik kutusu, bale ayakkabıları ve elektronik altyapı. Şarkı, Merce Cunningham’ın 14 Ekim 2003’te Brooklyn Müzik Akademisi’nde ilk kez gösterilen Split Sides isimli dans gösterisi için yazıldı. Müzik ve koreografi birbirinden tamamen bağımsız olarak yazıldı ve ilk kez gösteri akşamı bir araya getirildi. Sigur Rós yine de şarkıyı yazarken dansçıları ve müzik kutularını nasıl kullandıklarını izlemiş ve gösteride hayranlık uyandıran bir senkronizasyon yakalamış. Radiohead de bu gösterinin ikinci yarısının müziklerinin altına imzasını atmış, ama bunu yayınlamayı düşünmüyorlar.
2005 - Takk... – Grubun 12 Eylül’de piyasaya çıkan bu son albümü, birçoğuna göre Ágætis Byrjun’u yakalayamış olsa da olgunluklarının bir yansıması olduğunu gösteriyor.

----

Sigur Rós şarkılarında dünya olaylarını yorumlayan bir grup değil. Daha ziyade, bu İzlandik dörtlüyü kendi mutlu baloncuklarının içinde, gazete manşetlerinden, politikacılardan, teroristlerden ve günlük sıkıntılardan uzakta, dünya çapında dinleyicileri etkileyen ruhsal ses yapılarını üretirken hayal etmek çok kolay. Sigur Rós’un müziği, günlük olağan kaygıları yok eden, bunun yerine derin bir kişisel müzik deneyimi ve duygu yelpazesi bırakan bir yeteneğe sahip. Ayrıca belirgin bir çok yönlülüğü de var. Chris Martin ve Gvyneth Paltrow’un kızları Apple, dünyaya gelirken Sigur Rós çalıyormuş. (Martin’in favori gruplarından biriler.) Gillian Anderson müziklerini yoga yaparken dinlediğini söylüyor. Mötley Crue’nin ünlü davulcusu Tommy Lee’nin yeni çıkan otobiyografisinde ise, davulcunun yere uzanıp fetus pozisyonunda Sigur Rós’u nasıl dinlediği anlatılıyor.

Sigur Rós’un ince yapılı vokalisti Jonsi Birgisson gülerek “Bu güzel bir görüntü” diyor. “Bizden o kadar farklı ki. Büyük ihtimalle kendi Rock’n’Roll dünyasında yaşıyordur.” Birgisson bunun ne anlama geldiğini de düşünmüş: “Amerikan tarzı delilik gibi birşey. Bilemiyorum. Bizden çok ama çok uzakta.

Sigur Rós’un, vokalist Birgisson’un olağanüstü kafa sesi ile taşıdığı geniş, kategori dışı soundu hiç şüphesiz insanlara birşeyleri çağrıştırıyor, ama kimse neyi çağrıştırdığından emin değil. Eleştirmenleri söyleyecek söz bulamamak ve buzul ve yanardağlar ile ilgili gevezelik etmek, veya örnek olarak “Cennette altından gözyaşı döken tanrının sesi” gibi laflar etmek zorunda bırakmak gibi bir eğilimleri var. Üçüncü albümleri ( )’da şarkı isimlerinden bile vazgeçtiler. Birgisson bu albümde Hopelandic adını verdikleri, “tamamen anlamsız” olarak nitelendirdikleri bir dille şarkıları söylüyor.

Yeni albümleri Takk…’ta şarkı isimleri geri gelmiş, sözlerin çoğu da İzlandaca. Bu değişim rüzgarı bir zamanlar ağızlarından kerpetenle alınan tek kelimelik cevaplardan oluşan röportajlarına da yansımış. 2001’de grupla röportaj yapan bir gazeteci, bir tanesi “Evet, evet” olan işe yarar sadece üç cümleyle geri dönmüştü. Hala, eğer seçme şansları olsa basınla konuşmayı tercih etmeyeceklerini düşünüyorlar. Kjartan Sveinsson “Eğer mümkün olsaydı iyi olurdu” diye ekliyor. “Eskiden bu işlere şüpheli yaklaşırdım ve kimseye güvenmezdim.” Ama bugünlerde bir soruya omuz silkerek veya “Sanırım öyle” diye cevap veriyorlarsa, bu müziklerinin insanlar için olduğu kadar kendileri için de gizemli olduğundandır. Standart “Şarkıları nasıl yazıyorlar? Kimlerden etkileniyorlar? Aslında ne demek istiyorlar?” gibi sorular pek bir anlam ifade etmiyor. Birgisson’a diğer insanların müziklerinden etkilenmekten kaçınıp kaçınmadıkları sorulduğunda şöyle cevaplıyor: “Biz denemeler yapmıyoruz. İşin püf noktası bu – mümkün olduğunca normal olabilmek.

Belki de Sigur Rós İzlanda’nın kendisi tuhaf olduğu için tuhaf gözüküyor. Björk dünyanın herhangi bir yerinde nasıl eksantrik görünüyorsa, Sigur Rós da kendi çevrelerinde o kadar sıradan. Turnede olmadıkları zaman sessiz, yavaş bir hayat sürüyorlar. Reykjavik’in 20km dışında, havuzdan bozma stüdyolarında müzikle uğraşıyorlar. Birgisson’un gay oluşu ve doğuştan sağ gözünün kör olması hakkında onu sanki dışlarcasına çok şey yazıldı. Ama onunla tanıştığınızda bunlar tesadüfen yakalanacak detaylar gibi geliyor. Çatpat ingilizcesiyle gülerek “Alelade şeyler bana güzel geliyor” diyor. Birgisson. “Yürüyüşe çıkar ve ağaçları koklarım. Ağaçları koklamak çok güzel. En son bir alışveriş merkezine takıldım. Hiçbirşey almıyorum, oraya gidip sadece insanları izliyorum.” Çocukça gülüyor: “Normallik eğlenceli.

Sigur Rós’un yaşadığı yer müziklerine büyük bir boşluk hissi katıyor. İngiltere’nin yarısı kadar bir adada 300 bin kişi yaşıyor. Ada dünyanın en görülmeye değer coğrafik yapısına sahip, Neil Armstrong ve Buzz Aldrin ay yürüyüşü hazırlıklarını burada yapmış. Birçok insana göre burası uzak ve egzotik. Amerika turnesi sırasında bir fan Sveinsson’a iglolarda yaşayıp yaşamadıklarını bile sormuş.

1999 yılında çıkan Ágætis Byrjun onları Avrupa ve Amerika’da üne kavuşturunca, David Bowie ve Brad Pitt gibileri onları överken İzlanda hep onlara sığınak gibi gelmiş. Bu küçük nüfusta müzik dergisi yok, doğru düzgün plak şirketi piyasası ve ünlü kavramı yok. İzlanda’nın bu ikinci büyük müzikal isimleri bir yaz günü sabahı yerel bir kafede toplandıklarında, diğerleri arasında hiç bir ilgi uyandırmıyor. “Robbie Williams’ı etrafında dört tane korumayla yürürken hatırlıyorum. Herkes şunu soruyordu: Bu da kim? Kendini ne sanıyor?” diyor Sveinsson. “Björk çok ünlü, ama o da herkes gibi aynı bara takılıyor. Buradaki insanlar ne kadar ünlüyseniz sizi o kadar görmezden geliyor. Bu sizi ayaklarınızın üstünde tutar.

İzlanda yerel kültürünü katı bir biçimde koruyan bir ülke. Ne zaman dillerine yabancı bir kavram girecek olsa, Reykjavik Üniversitesi’ndeki bir dil komitesi tarafından hemen İzlandaca karşılığı yaratılıyor. Sigur Rós’un elemanları büyüme çağındayken Perşembe günleri hemen hiç yayın yapmayan tek bir TV kanalı varmış. Yabancı gruplar turnelerine Reykjavik’i çok nadir eklerlermiş. “İzlanda’da kimse ünlü bir rock’n’roll yıldızı olmak istemezdi.” diyor Birgisson. “İzlanda’ya eskisinden daha çok ilgi gösteriliyor. Belki de bu yüzden yeni gruplar için özel bir yere gelmek daha zor.

Birgisson “Artık çok yorulmuştuk ve işler biraz daha zordu.” diye ekliyor. “Müzik endüstrisinin şu saçmalıkları.. Bu konuda çok dolmuştuk. Bir daha o yolu seçmeyeceğimize dair kendi aramızda sessizce bir anlaşma yaptık. Bu albümde bizim için daha çok umut var. Belki biraz daha hafif, daha mutlu.” Şimdiye kadarki en başarılı ve en etkili albümleri Takk…“Teşekkürler” anlamına geliyor. “Basit, anlam dolu bir kelime. Yaptıklarımızı yapabildiğimiz ve hayatta olduğumuz, bundan mutlu olduğumuz için müteşekkiriz.

( )’ın büyük boşluğuna karşın, yeni albümde grupça şarkı sözü yazmaya koyulmuşlar, ama Birgisson İzlandaca bilmeyen insanların müzikleriyle daha saf bir ilişki kurabildiklerini söylüyor. Şarkıları ortaya epik manzaralar sunsa da, aslında ufak şeyler hakkında. Birgisson’a göre “Hayatınızdaki o küçük anlar mükemmeldir. Sanırım biz oldukça saf ve dürüst şeylerin arayışındayız.” Grup elemanlarının büyüme çağı tam bir pastoral şemaya uygun. Birgisson “tipik” bir çocukmuş. “Ortaya çıkmazdım hiç. İlgi çekmek istemezdim. Ama çizimim her zaman çok iyiydi.” Şiirsel çizimler bekleyebilirsiniz, ama hayır. “Heavy metal dinlerdim ve kurukafalar ve bütün o karanlık şeyleri çizerdim. Ama onların karanlık olduklarını düşünmezsdim. Onları gerçekten güzel resimlermiş gibi görürdüm. Delikanlılık heyecanlarını hiç yaşamadım. Hayatımın en mükemmel anlarından biri, 13 yaşımda arkadaşlarımla beraber bir grubun içinde olmaktı.” diyor. “Bu albüme başlamadan önce küçük bir ara verdik – belki de yıllardır ilk kez. Döndükten sonra stüdyoda hepimiz toplandık ve yeni bir kayıt yapacağımız için çok heyecanlıydık. Bundan önceki albümde bu kadar heyecanlanmamıştık. Öncekinin aksine bu albüm stüdyoda yazıldı. Stüdyoya girdiğimizde elimizde hiç şarkı yoktu.” Albümün gelişimi bu açıdan daha spontan bir yol çizmiş.

Bu spontanlık yıllar içinde grubun kendine has ve beğenilen soundunu geliştirmelerinin püf noktası olmuş. Jónsi’nin gitarı keman yayı ile çalışı, grubun en çok bilinen görüntüsü. Basçı Georg’a göre: “Bu tesadüfen ortaya çıktı. Bu yay bana Ágúst’un hediyesiydi ve bunu hep bas gitarımla denemek ve neye benzediğini görmek istiyordum.” Sonuç pek de içaçıcı değildi. “Bas gitarda o kadar da iyi bir ses vermedi, ben de onu prova yaptığımız yerde bir rafa kaldırdım. Aylar sonra bir gün Jónsi onu gitarında denemek için aldı. Sonuç harikaydı, o zamandır da bunu hep kullanıyoruz. Bana hala bir keman yayı borcu var…

Bir keman yayının Sigur Rós’un albümlerindeki o atmosferik sounda nasıl dönüştüğünü anlamak kolay değil. “Nereden geldiğini bilemiyoruz. Şarkılarımızı yazarken çoğunlukla aletleri fişe takıyoruz ve gerisi kendiliğinden geliyor.” diyor Georg. Gerçekten hepsi bu mu? “Çoğu zaman, bir… kıvılcım beliriyor. Belki yeni bir enstrüman, birisi onun başına oturup birşeyler çıkartacak ve biz de bu çıkarttığıyla birşeyler yapacağız. Veya küçük bir kaza olur. Biri bir zile çarpar, zil düşer ve tuhaf bir ses çıkarır, sonra onu tekrarlarız. Müziğimiz küçük kazalardan oluşuyor.

Jónsi’ye hangi müziğin onu ağlattığı sorulduğunda hiçbir şey aklına gelmiyor, son zamanlarda Billie Holiday ve Bulgar koral müziğini keşfetmiş olduğu halde. “Son dönemin müziği çok sıkıcı ve hiç ilgi çekici değil. Evdeyken hiç müzik dinlemem.” Sigur Rós’un etkilendikleri müzisyenler umduklarınız çıkmaz. Ágætis Byrjun büyük ölçüde Cocteau Twins’le kıyaslandığı zaman, gidip grubun bir CD’sini almışlar ama hiçbir bağlantı kuramamışlar.

İzlandik coğrafyada beklenti ve açıklama sahibi olmadan, sadece arkadaşlarınızla beraber müzik yapıyor olmak gıpta edici gibi görünüyor. “Sigur Rós’a hiç ciddi olarak bakmıyoruz.” diyor Birgisson, grubun nasıl çalıştığını anlatmak için. “Bizim hakkımızda belirgin, ilginç ya da özel bir şey yok. Sanırım bazı şeyleri diğer insanlardan daha farklı görüyoruz. Müziğimizin her tarafa yayılmasını istiyoruz. Ama ünlü olmak değil. Yıllardır etrafta bir sürü saçmalık dönüyor. Müzisyenler içten değiller, ama sanırım bu iyiye doğru değişiyor. Bu da bizim için daha iyi olacak.

Avrupa’nın Takk…’tan ilk duyduğu Glósóli’nin klibinde kostüm giymiş çocuklar bir uçurumdan atlıyorlar. “Bu şarkıda bir ana karakter olabilir. Bu bir çocuk ya da yetişkin olabilir, hiç önemi yok.” diyor Georg. “Sadece bir karakter. Sabah uyanıyor ve güneşin gökyüzünden kaybolduğunu görüyor ve güneşi bulmak için bir maceraya atılıyor. Bu müziğe göre kurguladığımız bir hikaye.


12 yıl…

Georg- Hayret verici. Sanki 3 yıl gibi.

12 yıl oldukça uzun bir zaman. Sigur Rós’ta hayatının üçte birini geçirmişsin.

Jón- Biliyorum, bu delilik.

Grupla beraber geçirdiğin zamandan pişman olmanı beklemiyorum.

Jón- Hayır ama bu yine de çok uzun bir zaman.

İlişkiniz hep verimli miydi?

Georg- Evet, bir sürpriz gibi. Sanki her seferinde baştan başlıyormuşuz gibi. Ágætis Byrjun’u yaparken de böyle hissetmiştik. ( ) albümü bunun uzantısı gibiydi. Çok zor bir dönemdi. Şimdi yenilendik ve yeni birşeye başlıyormuş gibiyiz. Albüme başlamadan önce tatile çıktık, sonradan geri dönüp bir araya geldiğimizde patlamaya hazırdık. İçimizdeki yaratıcılığımızı biriktirip çoğaltmış gibiydik. Oldukça güzel bir duygu.

Grup elemanları birarada çok vakit geçiriyor mu?

Orri- Birlikte çok zaman geçiriyoruz ama arada bir mola veriyoruz. Ama tekrar biraradayken bir günün tamamını bir arada geçiriyoruz. Özellikle de turne sırasında. Altı hafta boyunca aynı otobüste uyuyoruz, beraber uyuyup beraber kalkıyoruz. Yakın arkadaşlar olmamız iyi birşey.

Turnede üzerinizde büyük baskı olmalı.

Orri- Georg ve benim ailelerimiz var ve onları çok özlüyoruz. Ama konserler herşeye değer. Onca yol katetmek ve beklemek sizi yıpratıyor ama konser başlar başlamaz hepsi geride kalıyor.

Ne sıklıkta prova yapıyorsunuz?

Kjartan- Prova işinde oldukça kötüyüz. Beraber çaldığımız zaman hep yeni bir şeyler yazıyoruzdur. Tabi turnedeyken devamlı çalıyoruz. Ama stüdyoya gidip de kendi şarkılarımızı prova etmeyiz. Bu bize çok sıkıcı geliyor. Mutlak yeni bir şeyler yazıyor olmamız gerekir.

Provalarınız uzun sürüyor mu?

Georg- Çok düzensiz. Şarkılara ve o anki ruh halimize göre değişiyor.

Duygularınızdan ve içinde bulunduğunuz atmosferden çok bahsediyorsunuz. Müzisyenden çok medyum musunuz?

Georg- Bir bakıma, evet. Çevremizden beslenerek müzik yapıyoruz. Şarkıları yazmaya başlarken ve onları çalarken etrafımızdaki atmosferi yansıtırız. Şarkılar hislerimizin dışavurumudur. Oturup da önceki gece yazdığımız riffleri çalmayız.


Müziğinizin yönünde anlaşıyor musunuz?

Georg- Evet hiçbir yönü olmamasında anlaşıyoruz. Bu sadece biz dördümüzün şarkıları çalması, ne yaptığımız hakkında tartışmak değil.

Turne boyunca bir sürü grupla beraber çaldınız. Diğerleri hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Georg- Diğer gruplarla genellikle turnede tanışıyoruz ve turneler ve konserler haricinde konuşacak pek fazla şey olmuyor.

Şarkıları nasıl yazdığınızı konuşmuyor musunuz?

Georg- Sadece gazeteciler bunu merak ediyor. Turneler haricinde, diğer gruplarla kliplerini nasıl çektikleri hakkında konuştuk. Her bir grubun kendine has bir tarzı var. Onun haricinde müzik hakkında pek konuşmuyoruz.

Gazeteciler için kolay bir grup değilsiniz.

Jón- Gazetecilere zorluk çektirmekle isim yaptık. Fotoğrafçılar da bizden korkuyor. Geleneksel grup fotoğraflarında poz vermek bize göre çok zor. “Düzgün bak, çene yukarı” vs. Bu tür rahatsız edici şeylerden uzak durmaya çalıştık. Herkesin şarkıları kimin yazdığını görmek istemesi, kişiliklerimizi tanımak istemesi ve yakışıklı olup olmadığımızı öğrenmek istemesi çok komik. Müziğimizde benim bilmek istemediğim bir büyü var. İnsanlar “Bunu nasıl yapıyorsunuz?” veya “Bu şarkının anlamı ne?” diye sorular soruyorlar. Sigur Rós yaptıklarını severek yapan dört kişi. Bu kadar basit.

Neden müzik hakkında konuşmayı sevmiyorsunuz?

Georg- Bize göre müzik, o an içinde oluşan bir sihir gibi. Müziği didiklemeye başladığınızda bütün sihri kaçabilir. Müzik hakkında yüzeysel konuştuğunuzda onunla ilgili ilginç yeni noktalar yakalayabilirsiniz ama derinlere indikçe sorun başlar. Kaldı ki bir şeyi böyle ince ayrıntısına kadar araştıracaksanız onun önce ölü olması lazım.

Bu senenin son altı haftasına kadar turnede olacaksınız. Bu çok uzun bir yolculuğa çıkmış küçük bir balıkçıya benzemiyor mu?

Georg- Belki de. Balıkçılık yapmadığım için kıyaslayamacağım, ama turne otobüsündeki atmosfer, aynen bir denizaltıyı hayal ettiğim gibi. Herkes birbirinin üstünde, kendinize ait tek alan ise dar ve yüksek ranzalarınız. Çoğunlukla gece yolculuk ediyoruz ve pencerelerden karanlıktan başka hiçbir şey göremiyoruz. Eskiden yaptığımız dağ yolculuklarında nasıl canımın sıkıldığını hatırlıyorum. Sigara, bira ve uykudan başka yapacak hiçbir şeyimiz olmazdı. Yine de konserlerde çalmak eğlenceli, en kötü konserler bile eğlenceli geçiyor.

Sıkı konser takipçileriniz var mı?

Georg- Yok. Neden grupie’lerimiz olmadığını da bilmiyorum. Özellikle Avrupa’da takipçilerimiz var. Geçen turnede ilk konserden sonuna kadar bizi takip eden hayranlar oldu. Otobüsümüzün dışında takılırlardı, bizi beklerlerdi. Eğlenceli adamlar.

Albümün ismi Takk... (Teşekkürler) Neden?

Kjartan- Takk. Bizi yıllardır takip eden bir kelime. İşte biliyorsunuz, teşekkür anlamına geliyor.

Bu sizin müziğe bakış açınızı yansıtıyor mu?

Kjartan- Evet, müteşekkiriz. Geldiğimiz noktadan ve işlerin bu şekilde yürümesinden memnunuz.

Geldiğiniz nokta nedir?

Kjartan- İyi bir yerdeyiz. Kendimizi iyi hissediyoruz. Müziğimizi yapabiliyoruz. Bu bizim için bir ayrıcalık. Ama tabi, herşey zamanla değişebilir.

Hlemmur ve Ba Ba Ti Ki Di Do sayılmazsa bu dördüncü albümünüz.

Jón- Doğru.

Takk’ın gelişimiyle ilgili önemli noktalar var mı?

Jon- Takk belki de diğer albümlerin hepsinden daha zengin bir albüm. Öğrenmeye devam ediyoruz. Von’u yaparken kayıt ekipmanlarını nasıl kullanacağımızı öğrenmek zorunda kaldık çünkü kayıtlarda belli bir sound ve havanın ortaya çıkmasını istiyorduk. Ágætis Byrjun’u kaydederken Ken Thomas’tan da çok şey öğrendik. Bize müziğin frekans vs. gibi saçmalıklar değil, duygu ve ruh hali hakkında olduğunu öğretti. İsimsiz albüm en zor olanıydı. Şarkıları zaten çok uzun süredir çalıyorduk ve stüdyoya girdiğimizde hepsinden bıkmış durumdaydık. Bıkkın olunca yaratıcı olmak çok zor. Bütün bunlardan deneyim kazandık ve ileride bunun bize büyük faydası olacak.

Takk’ın bir konsepti var mı?

Kjartan- Hayır. Çoğu zaman öyle görünse de kavramların pek içinde değiliz. Konsept her zaman sonradan gelmiştir. Bir işi incelediğinizde onun içinde bir konsept bulmak çok kolaydır ama biz işin başında kafamızda fikirlerle ortaya çıkmıyoruz. Gerçekten, bu bizim tarzımız değil. Sigur Rós akıllı bir grup değil. Yaptıklarımızın ardında derin fikirler yok.

İzlandaca bilmeyenler için Takk’ın sözlerinden biraz bahseder misin?

Kjartan- Bir tür hikaye hepsi. Bazıları sadece birkaç cümle, ama tamamı çocukça, peri masalı tarzı. Derin ve anlam dolu şeyler değil. Kısa kısa hikayeler.

Bir grupta dört kişi ve belirlenmiş fikirler yok. Birbirinizle çok iyi anlaşıyor olmalısınız.

Kjartan- Evet anlaşıyoruz. Anlaşamadığımız zamanlarda ise ortak bir çözüm bulmaya çalışıyoruz. O kadar uzun süredir beraber çalıyoruz ki artık içimiz dışımız bir oldu.

Zaman kavramı çoğu zaman grupların düşmanıdır.

Kjartan- Evet, zaman bir düşman olabilir.

Zamanla insanlar birbirlerinden ayrılabiliyor.

Kjartan- Evet, hiç kimse birbirinin aynısı değil. Evliliğe benziyor. İlişkini beslemek ve fedakarlık göstermek zorundasındır. Yoksa uzun sürmeyecektir. Bu özellikle çok genç yaşta kurulmuş gruplar için geçerli. İnsan davranışları ve değişik karakterler hakkında sürekli yeni şeyler öğrenirsin. Evliliğin tek farkı ise sadece iki insanın birbirlerinin farklılıklarını çözecek olması.

Takk uzun bir süreç miydi?

Kjartan- 20 aydır bu albüm üzerinde çalışıyoruz. Bu en azından Sigur Rós için normal bir süre.

Jón- Bu çok uzun bir sürecin ardından çıktı. Neredeyse iki yıldır bu albüm üzerinde çalışıyoruz, arada turneye de çıktığımız oldu. Piyasaya çıktığı için çok heyecanlıyım. İnsanların tepkilerini görmek çok eğlenceli olacak.

İnsanların tepkileri sizin için önemli o halde.

Jón- Kesinlikle.

Müziğiniz çok tuhaf yerlerde kullanılıyor.

Kjartan- Evet bazı şarkılarımız filmlerde kullanıldı.

Filmlerde müziğinizin kullanılması konusunda kurallarınız var mı?

Kjartan- Müziğimizin kullanılacağı sahneleri önceden görmek istiyoruz. Hollywood için bu çok zor oldu. Etrafa sızar diye kimse size piyasaya çıkmamış filmden parçalar yollamaya yanaşmıyor. Ama yollayan olursa inceliyoruz.

Zor adamlarsınız.

Kjartan- Evet. Çoğu zaman onları geri çeviriyoruz.

İnsanlar sizden vazgeçiyor mu?

Kjartan- Kesinlikle. Ágætis Byrjun çıktığı zamanki kadar talep yok bize karşı. Albüm ilk çıktığında bir sürü film, televizyon ve reklam talepleri ile karşılaştık. Bu tür tekliflerin bazıları pek ileri gidemiyor. Life Aquatic gibi filmler bize hitap edebiliyor, ama mesela Buffy The Vampire Slayer gibileri değil.

Buffy için size talep geldi mi?

Kjartan- Uzun zaman önce.

Ve geri çevirdiniz?

Kjartan- Bu hiç zor olmadı!!!

Merce Cunningham ve Hilmar Örn gibi değişik isimlerle çalıştınız. Ne tür müzisyenler olmak istediğinize karar verdiniz mi?

Kjartan- Hayır. Ne tür müzisyenler olduğumuzu anladığımız zaman bu iş bitmiş demektir. Artık heyecanlı olmaz. Biz hep deneyselliğin peşindeyiz. Müzik yapmak denemek ve keşfetmektir. Eğer “şu tür bir şarkı” yapmaya karar verirsek herşeyi sterilize etmiş oluruz. Üzerinde çalıştığımız bütün projelerden keyif aldık. Hepsinin farklı yaklaşımları var. Ortak çalışmalardan ve yan projelerden bayağı tecrübe kazandık.

Merce Cunningham yaşayan bir efsane. Onun koreografisiyle müziğiniz nasıl oldu?

Kjartan- Onun fikrine göre müzik ve dans çakışmak zorunda değil. Tamamen keyfine göre müzik yapan John Cage onun kompozitörüydü. Eskiden müzik ile dans uyumlu olmak zorundaymış, ama bu adamların tamamen farklı fikirleri var. Bizden sadece 20 dakikalık bir müzik yazmamız istendi, o kadar. İnsanları dans ederken görmek eğlenceliydi, ama sahnedeki hareketlerine müziğin direkt bir yönlendirmesi hiç olmadı.

Kazanılan bu başarıdan sonra, üstünlük hissine kapıldınız mı?

Kjartan- Sanmam. İzlanda’da yaşadığımız için memnunuz yoksa böyle birşeyle yaşayamazdınız. Reykjavik’te arkadaşlarım var ve hiç dikkat çekici bir insan değilim. Hiçbirimiz değiliz ki. Reykjavik’te sözü edilebilecek bir ünlüler kültürü yoktur. Hiç kimse çok önemli kişi statüsüne yükseltilmez. Björk caddelerde rahatça dolaşır ve onu turistlerden başka hiç kimse rahatsız etmez.

İzlanda’daki müzik ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kjartan- Her yerde bolca müzik ortamı var. Yurtdışındayken sıkça İzlanda müziği hakkında sorularla karşılaşıyoruz. Müziğimizi doğayla ilişkilendirmek istiyorlar ve bunu diğer İzlanda grupları için de geçerli olup olmadığını soruyorlar. Bang Gang’den Bari Jóhansson “Screaming Masterpiece” isimli filmde İzlanda’da kimsenin bunları takmadığını ve insanların sadece çalmak istedikleri gibi çaldıklarını söylemişti. Hiç kimse birşeylere ulaşmak için grup kurmuyor İzlanda’da.

Müziğiniz nelerden etkileniyor?

Kjartan- İlham her yerde ve hiçbir yerde. Yani bir yön gösteremem. İlham her yerden gelebilir, çevreden, etrafınızdaki insanlardan, filmlerden, kitaplardan, dizilerden, anne babadan, ne olursa… Ben kendimi şundan veya bundan esinlendim diye hiç görmedim. Bir dağın tepesindeyken aklımda fikirler üretmem. Orda olduğumdan ve bana hissettirdiklerinden keyif alırım. Bu beni kişilik olarak etkiler ama müzik yapmak konusunda etkilemez.

İnsanların müziğinizi dinlerken belli bir duyguya kapılmalarını istiyor musunuz?

Kjartan- Hayır, kesinlikle hayır. İnsnların açık olmaları ve tecrübe etmek istediklerini tecrübe etmeleri çok önemli. Bir insanın hayatının bir dönemindeki hislerini yansıtan bir müzikle kişisel bağlar kurabilirsiniz. Bu tamamen kişiseldir. İnsanlara fikir ve duyguları empoze etmek istemiyoruz.

Bir albüm çıktığında hepiniz aynı havada oluyor musunuz?

Jón- Hayır.

Yan projelerde çalışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Jón- Çok eğlenceli. Yan projelerde daha derinlemesine ve deneysel çalışabiliyoruz, çünkü herşeye izin var.

Pop kültürünün ismi kötüye çıktı. Politikanın ve sanatın pop kültürüyle yozlaştığı söyleniyor.

Jón- Pop kültürü fast food gibi. Çöp yiyerek besleniyorsunuz ve sonunda onu kabul ediyorsunuz. Belki de herşeyin sonu böyle olacak.

Bir araya geldiğinizde kaç yaşlarındaydınız?

Jón- Onsekiz ve ondokuz

Şimdi istediğinizi yapabiliyorsunuz.

Jón- Evet, aslında bunu en başından beri sürdürüyoruz. İnsanlar bana sık sık büyük bir plak şirketiyle anlaşmanın nasıl olduğunu soruyorlar, ben de onlara küçük bir plak şirketinden farklı olmadığını söylüyorum. Sadece bize daha fazla alan sunuyorlar. Oniki yıldır çalıyoruz, kendimizi sanatçı olarak ispatladık ve artık başımızda birilerinin olmasına ihtiyacımız yok. Herşeyi kendimiz yapıyoruz, aranjman, kayıt, miks, master. Klipleri bile kendimiz çekiyoruz. Plak şirketleri bizim hakkımızda endişelenmemeleri gerektiğini biliyorlar, bu yüzden de çok karışmıyorlar. Hatta bize yardımcı oluyorlar.

Başarılı sanatçıların böylesine kendi kendine yeterli oluşu pek sık rastlanan bir durum değil.

Jón- Hayır. Ama baskıyı hissediyoruz. Bütün müziğin haricinde albüm kapaklarını da biz hazırlıyoruz. Yaratıcı kontrolü elden bırakmadık ve diğer insanların bizim için çalışmalarına izin vermedik. Sanırım diğer insanlara güvenmek bizim için de sağlıklı olacak. Bazen gruba kattıklarımız bir hayat tarzından da öte. Gruptaki dört kişi olarak konserlerde çalmak ya da bunun gibi şeyler çok eğlenceli. Ama bunları zorlaştıran bir sürü pratik var ve bütün bunlar çok fazla enerji gerektiriyor. Yorucu oluyor ama sonunda daha iyi bir yere varıyor.

Bu hatalardan sorumlu olduğunuz anlamına da geliyor.

Jón- Kesinlikle.

Son albümün ardındaki anlam yoruma bu kadar açık olamazdı. Sözler yok.

Jón- Aynen öyle. Herşeyin kendi önlerine konulmasına alışmış gazeteciler için yutması büyük bir lokma oldu bu. Şarkılarda isim ve sözler yoktu, böylece onlara kendilerince anlam yüklemek için müziği dinlemeleri gerekti. Bu onlar için çok zordu. Sonunda sözlerin eksik olduğu yorumlarını yaptılar. Bu çok kötü.

Takk’tan sonraki albüm için ara daha kısalacak mı?

Jón- Belki, umarım. Belki de yakında emekliye ayrılmalıyız.

Ne yapardın?

Jón- Şehirden uzak bir köye taşınmak güzel olurdu. Bir kulübe alıp kendi sebzelerimi yetiştirmek.

Bu noelden önce olmayacak.

Jón- Gelecek sene de olmayacak.

İzlanda’da konser vermeyeli oldukça uzun bir zaman oldu, yakında da bir konseriniz olacak.

Orri- Evet, çok uzun. Önümüzdeki yaz İzlanda’da turneye çıkacağız. 1999’da yaptığımız gibi her yeri dolaşıp en az beş ya da altı konser vermek istiyoruz. Bayağı güzel olmuştu. Vopnafjörður’da 25 kişiye çalmıştık.

Jón- Evet, Ekim’in başında bir konserimiz olacak. Oldukça iyi olacak. Ama hep şu sorun var. Bizde konser salonu yok. İzlanda’da birçok spor salonu var ama hiç konser salonu inşa edilmiyor. Böyle olması utanç verici.

Artık daha çok insan gelir.

Orri- Belki, eğer o gece maç yoksa. Ben olsam maça giderdim.

İzlanda seyircisi diğer seyircilerden farklı mı?

Orri- Özellikle güney Avrupa’daki seyirci daha rahat, daha sınırsız. İzlanda seyircisi biraz daha çekingen. Kendilerini aptal durumuna düşürecek bir hareketten kaçınıyorlar. Bu kötü bir durum değil, ama kendinden geçmiş bir seyirciye çalmak her zaman daha güzel.

İzlanda’daki konserlerde rezil olmaktan korkuyor musun?

Orri- Evet, annem ve babam da o konserlere geliyor.

Tekrar İzlandaca söylemeye başladınız.

Orri- Evet.

Neden?

Orri- Şarkılara söz yazmayı istedik. Önceki albümde sözlerin olmayışı, yıllar önce o şarkıların yazılmış olması ve Jón’un bu şarkıları hep hopelandic ile söylemesi yüzündendi. Şarkılar tamamen oturmuştu ve havadan onlara söz katmak çok tuhaf olurdu. Bu sefer stüdyoya girerken elimizde sadece iki şarkı vardı ve bunlarda söz yoktu. Yeni bütün şarkılarda sözler var.

Jón- Şarkı sözü yazmak bu sefer eğlenceli oldu. Kendimizi sözlerle ifade etmek her zaman zor olmuştur. Oysa müzik daha kolay bir şekilde akar. İş kelimelere geldiğinde donar kalırız. Şarkıları beraber dinledik ve müziğin içimizde kelimeleri tetiklemesini bekledik. Sanırım bu deneyim öğretici oldu. Şarkı sözleri basit ve naif. Yaşanan anlar ve küçük maceralar. Çok derin şeyler değil.

Yaşanan anları ve küçük maceraları derinlemesine anlatma eğilimi var ama.

Jón- İnsanlar nedense belirgin bir anlam ifade etmeyen şeylerin peşinden derin yorumlara girip anlamlar türetiyorlar.

Konserlerinize gelen birçok kişi, konser boyunca uyuya kaldıklarını, ama bunun çok güzel bir duygu olduğunu söylüyor. Bunu farkettiniz mi? Seyirciye bakıp da insanların uyuduğunu gördün mü?

Kjartan- Bunu hiç görmedim. Seyirciye pek bakmam. Yaptığım işe konsantre olurum.

İnsanların müziğinizle uyuyakalmaktan keyif aldığını duymak size göre bir iltifat mı yoksa hakaret mi?

Kjartan- Bunu bir iltifat olarak alırım. İnsanların müziğimiz hakkında değişik fikir ve duygulara sahip olduklarını görmek hoşuma gider. Ama esas neden sanırım ortamın çok sıcak oluşu ya da bunun gibi birşey.

Belki de müziğin güzelliğinden çok etkilendiler ve bunu kaldıramadı bünyeleri?

Kjartan- Belki de yeteri kadar su içmediler!

1 Comments:

Blogger satine said...

yeni blogun hayirli olsun vikartindur kardes. vakit bulunca okuyacagim.

bu arada ben bu adamlari hic dinlemedim. bir ara dinletsen ne guzel olur :)

8:58 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home